Bu yazımı 9 Eylül 2023 Marakeş Depremi'nden etkilenen herkese ve depremde hayatını
kaybedenlere adıyorum.
Yirmili yaşlarda seyahat edebilmenin olgunlaştırıcı ve besleyici bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Bu yaşlarda hayata dair pek çok ve bir o kadar da kısıtlı bilgimiz var. Belki bazı maceralara atılmaya hazırız fakat yolun sonunu nasıl getireceğimizle ilgili herhangi bir fikrimiz yok. Çok enerjimiz var. Bedenen dayanıklı ve heyecanlıyız. Bu şartlarda seyahat edebilmek hem kendi sınırlarımızı hem de dünyayı daha iyi tanımamız için fırsatlar yaratıyor.
2019 yılında, 20 yaşımda, bir AIESEC gönüllülük projesi ile Fas'ın başkenti Rabat'a gitme şansı yakaladım. İki ay sürmesi gereken kalışımı üçe uzattım. Meraklı tarafımın tıka basa doyduğundan emin olana kadar ülkenin toplamda 14 şehrini gezdim. Fotoğrafçılıktan hep zevk alırdım da, büyüsüne ilk defa Fas'ta kapıldım. Gezim boyunca hiç yalnız kalmadım. Bolca Faslı arkadaşım olduğu gibi dünyanın dört yanından gelmiş turistler ve gönüllüler ile de kaynaştım. Kanyonlarda yüzmeye, Sahara Çölü'nde davul çalıp dans etmeye; El-Hoceima ve M'diq'te Akdeniz kıyısı, Agadir ve Asilah'da Atlantik kıyısında yüzmeye kadar ne aktivite varsa yaptım. Baktım ki ne zaman Fas'a dair bir fotoğraf, bir yazı görsem kalbim pır pır atıyor. Yıllar sonra dahi dönüp baktığımda bana büyüleyici gelen anılarımı bir araya toplamak ve kayıt altına almak adına kendimi buraya attım.
Genel Bilgiler ve Coğrafya
Fas, Kuzey Afrika'nın batısında yer alan 37 milyon nüfuslu ve 720.000 km² yüzölçümüne sahip bir krallık. Ülkenin bugünkü kralı Mohammed VI. Gezerken onun portresini ülkenin her köşesinde - dükkanlarda, devlet dairelerinde, meydan ve pazarlarda - görmenin yanında babası Moulay Hassan'ın (Hassan II) efsanelerini de duyacaksınızdır. Ülkenin başkenti Rabat, en büyük şehri ve tek metropolü ise Kazablanka. Resmi diller Fas Arapçası ve Amazigh dili olmasıyla birlikte onlarca farklı lehçe ve ağız konuşulmakta.
Coğrafi açıdan Fas inanılmaz şanslı ve bereketli topraklarda konuşlanmış. Ülkenin üçte birini sarp kayalıklarıyla Atlas (Yüksek Atlas, Sahra Atlasları ve Orta Atlaslar) ve Rif Dağları oluşturuyor. Ülkenin epeyce geniş bir kısmı da Sahara Çölü'nün bir parçası. Hem Atlantik Okyanusu'na hem de Akdeniz'e bakan kıyılarında dünyanın en güzel gün batışlarına şahit olmak mümkün.
Sahara'da Gün Doğuşu, Gökçe Okur (2019)
Fas isminin etimolojisine bakıldığında, Türkçe'de İdrisi Hanedanlığı (789-974) ve Merinid Sultanlığı (1269-1465) zamanında başkent olan Fez baz alınmıştır. İngilizce'de "Morocco" veya Fransızca'da "Maroc" denmesinin nedeni ise Latin dillerinin Murabıtlar (1040-1147) ve Muhavvidler (1147-1269) zamanındaki başkent Marakeş'i baz almasıdır. Marakeş ise Amazigh dilinde Tanrı'nın Toprakları anlamına gelen Mur-Akush kelimesinden gelmektedir. Arapça referanslarda Fas için El-Mağrip el Aqşá /En Uzak Batı, Cezayir için El-Mağrib al Awsat /Orta Batı ve Tunus için El-Mağrip al Adna /Yakın Batı isimleri kullanılmıştır.
Başkent Rabat
Benim yolculuğum Rabat'ta başladı. Hatta Rabat benim için konuşlandığım, çalıştığım, gezilerimden sonra geri döndüğüm bir yuva oldu. İyiki de olmuş çünkü şehir yaşantısı, İstanbul'a veya Ankara'ya kıyasla sakinliği ile bence bir yabancının en kolay ayak uydurabileceği şehir burası.
Rabat, Hamza Ou (2021)
İstanbul'dan Muhammed V Havalimanı'na beş buçuk saatlik bir uçuşun ardından sabah 6'daki ilk trenle Rabat'a ulaştım. Gün aydınlandı. İstasyonun içinde minik bir kafe açıldı. Ben tüm gecenin yorgunluğu ile kafedeki bir koltuğa yığıldım. Taze kruvasanlar vitrine dizildi. Temizlikçi abla yerleri yıkadı. Bir espresso ile son bir güç alıp istasyondan dışarı adımımı attım. Mis gibi bir güneş, bembeyaz binalar, salınan palmiyeler, hafif serin bir hava, güneş daha yakmayacak derecede. Şehrin bu tazelik haline ilk görüşte aşk!
Şehirde tekrar tekrar ziyaret etmeye doyamadığım, ve gözlerimi kapatıp hayal etmekten bugün dahi zevk aldığım cennet manzaralı bir mekan: Kasbah des Oudayas. 12. yüzyıldan beri ayakta olan bu yapı bir hisar olarak adlandırılsa da daha çok surların ardına saklanmış bir şehir gibi. İçinde sokakları, evleri, kafeleri, camisi, botanik bahçesi ve kuleleri olan devasa bir yapı ve bana kalırsa dünyanın en güzel mavisine, Atlantik Okyanusu'na, bakan bir manzaraya sahip.
Kasbah des Oudayas, Rabat, Gökçe Okur (2019)
Kasbah içindeki Cafe Maure ziyaret edilmeli. Bu kafede hem bir iki dirheme tepsilerde dağıtılan tatlılardan tadıp hem de manzaraya karşı nane çayı içmek inanılmaz keyifli. Kalabalık, evet, fakat kalabalık ambiyansın bir parçası.
Kasbah des Oudayas, Rabat, Noahel (2019)
Hayatımda ilk defa karşılaştığım bir konsept: Medina(lar). Fas'ta her şehrin bir medinası var. Buralarda tarihi şehirler surlar içinde olduğu gibi muhafaza edilmiş; hayat sanki 17. yüzyılda donup kalmış gibi. Pazarlar, dar sokaklar, haneler, camiler; şehir içinde bir şehir. Bu alanlarda imar izni yok, restorasyon şartları da çok sıkı.
Rabat Medina kendi içinde bir deneyim. Kalabalık. İnsana çanta ve telefonuna yapışarak gezme ihtiyacı hissettiren bir yer. Duvarlarını aştığınız andan itibaren her yer standlar ve minik dükkanlarla dolu. Pazar yerlerinin üstü bez, bej renkte gölgeliklerle kaplı. Havadar bir pazar yeri. Esnafların hararetli sohbetlerine, ürünlerin renkliliğine, koku ve baharatların çeşitliliğine, Türkiye'dekilere benzer kuyumcu dükkanlarının ışıldayan vitrinlerine hayranlık duymanın yanında akışın hızından insan ne tarafa bakacağını bilemiyor. Burada yaşadığım bir kültür şoku pazarda pişmiş hayvan kafalarının satılmasıydı. O zamanlar vejeteryan olduğumdan basma elbise standından 20 cm ötede konuşlanmış yanık koyun kafaları açıklanabilir gibi değildi. İyisiyle kötüsüyle, Medina içindeki bu akışa kapılmak, pazarlık edenleri izlemek, belki elinize soğanlı bir msemen (Hatay'daki biberli ekmeği andırır) alıp yiye yiye gezmek yapılacaklar listesinin başında yer almalı.
Hassan Kulesi, Rabat, Sarah Hall (2022)
Bu iki destinasyon dışında Hassan Kulesi (II. Hassan'ın kabri buradadır), Agdal sokaklarındaki minik kafeler ve meyve suyu büfeleri, Mohammed VI Modern Sanat Müzesi ziyaret edilebilir. Hassan Kulesinin olduğu yükseltiden aşağıya bakıldığında Zaha Hadid'in tasarladığı Grand Théâtre de Rabat (Büyük Rabat Tiyatrosu) görülebilir. Ben oradayken hala inşaatı devam ediyordu. Şayet siz gittiğinizde açıksa ve bazı gösterilere ev sahipliği yapıyorsa sakın kaçırmayın derim. Bir restoran tavsiyesi olarak Dar Naji'den bahsedebilirim. Şehirde birkaç şubesi olmakla birlikte hizmet kaliteleri gayet iyi. Tajin ve Rfissa'yı orada denemiştim. Rfissa bugün dahi en sevdiğim Fas yemeğidir. Güzel manzarası ve avrupai ambiyansı olan, Rabat tren istasyonunun dibinde bir diğer kafe ise Cafe Terminus; bir opsiyon olarak aklınızda kalabilir.
Agdal'da Fas Salatası, Rabat, Gökçe Okur (2019
Salé
Salé, Salé, Salé! Rabat'a geldiğimde AIESEC projesi dahilinde ilk yerleştirildiğim daire A-Mohammed V-Opéra tramvay durağına yakın üç katlı bir apartmandaydı. İlk gün Carrefour'a yürürken 10 dakikada belki 50 kişinin laf atması ile şoktan şoka girdim. Ne internette böyle bir şey okumuştum, ne projeye gelen başka Türk erkek arkadaşlarımdan ne de program dahilindeki Faslı dostlarımdan bu konu ile ilgili herhangi bir uyarı veya bilgilendirme almıştım. Fark ettim ki Salé bir kadının gezginin barınması için tercih edilesi bir lokasyon hiç değil. Oda arkadaşım Rümeysa ile okyanus kıyısına gitme hevesiyle yürüdüğümüz yolları, dönüşte taksi durduralım derken üçer beşer duran sivil araçları düşündükçe gelen "Ne yapıyordum ben tam olarak acaba?" sorusuna bugün dahi bir cevabım yok. Salé'de bulunduğuma şükran duyduğum bir konu varsa o da - yanımda Faslı arkadaşlarım olduğu suretle - kendimi bir süre sonra oranın yerlisi gibi hissetmiş olmamdır. Ki bu da her yerde yakalanabilecek bir his değil.
Her şehrin bir Medina'sı olduğu gibi, Salé Medina da Rabat ile sırt sırta. Daha sonraki haftalarda bu apartmandan Salé Medina içinde, Mrissa Kapısı'nın (Bab Mrissa) hemen ardında bir apartmana göçmemle işler biraz değişmiş oldu. Café Thami'de her sabah nes nes (bir ölçek espresso üzerine bir ölçek sütle hazırlanan, yarım yarım anlamına gelen Fas kahvesi) ve gün içinde çok kez nane çayı içtim. Çaya doyamadım. Snack al Boughaz'da ilk defa Fas tacolarından yedim. Ve hatta vejeteryan taco talep etmiş tek kişi olmalıyım ki bu büfe çalışanlarını pek güldürdü. Her şeyden önemlisi, aynı sokak üzerine yer alan, sadece kahvaltılık satan bir büfe var ki bugün gitsem yine bulmak isterim. Mekanın ismini artık hatırlamıyorum ama orada yediğim msemen + la vache qui rit + portakal suyu + nane çayı kahvaltısının verdiği hazzı hala arıyorum.
Salé Medina'da kalırken farkına vardığım bir diğer güzellik ise damların kullanımı. Kaldığımız apartamanın damından Hassan Kulesi'ni ışıklı haliyle izlemek, gün batımının tadını çıkarmak, ipe asılı çamaşırların çiçekli deterjan kokusu eşliğinde yerlere serdiğimiz örtüler üstünde uzanıp yıldızları izlemek bir ayrıcalıktı. Bir dam nasıl tam kapasite kullanılabilirse, o şekilde kullanıldığına şahit oldum. Damda meclis etmek ise hayatımda bir tek Hatay'da, İskenderun'un yaylalarında gördüğüm bir iştir.
Damda çamaşırlar, Salé, Gökçe Okur (2019)
Chefchaouen; Mavi Şehir
Mavi şehiri anlatmaya başlamadan Rabat - Chefchaouen arasındaki 8 saatlik otobüs yolculuğumdan bahsetmek isterim! Sıcak bir ağustos günü, Rabat'ın az dışındaki - bana göre ücra bir köşesindeki - otobüs durağına vardım. Ortalık kıyamet, tam da Kurban Bayramı öncesi; her taraf kurbanlık koyun, her taraf insan. Yabancı yabancı bir köşeye sinmiş oturuyordum ki otobüsüm geldi. İnsanlar ayakları bağlanmış koyunları teker teker otobüsün bagaj kısmına, valizlerin üstüne yerleştirmeye başladılar. Bazı şanslı koyunlar vardı ki yolcu koltuklarında 5 saat yol gitme ayrıcalığına eriştiler. Bir dost koyun ise tam arka koltuğuma konuşlanmış, cam kenarı koltuğu sahibinden esirgemişti. Kültürel şoksa, kültürel şok. Sonuçta başarılı bir gündüz yolculuğundan sonra Chefchaouen'a sağ salim ulaştım.
Chefchaouen, Heidi Kaden (2019)
Mavi Şehir! Burada öğrendim ki Fas'ta her şehrin kendine özgü bir rengi var. Her şehrin ezanı farklı makamdan okunuyor, mimarisi farklı şekillenmiş, farklı ağızlar konuşuluyor, taksilerinin renkleri ve hatta giyim kuşam bile birbirinden çok farklı. Chefchaouen turistlerce çok beğenilen bir şehir; Her şehire bir renk düşerken, buranın rengi mora kaçan bir mavi olmuş.
Bu şehri büyüleyici yapan mavisinin özgün tonu. Bir iki video ile de yakalamışlığım var ki şehrin rengi aldığı ışık miktarına göre açık mavi ve mor arasında salınıyor. Dar sokaklarını yürürken ortaya çıkan bu ışık dalgaları göz alıcı.
Ben bu şehre toplamda üç gün ayırdım. Eski Medina içindeki bir hostelde (Hotel Souika) konakladım. Pazarın orta yerinde olan bu hostele üstü beyaz kumaşla kaplanmış, dar ve engin mavi sokaklardan kıvrıla kıvrıla ve mini köprülerin altından geçerek gidiliyordu. Havası dağ havası, yazın bile ince bir esintisi varken, gündüzleri güneşin altında durmak çok zordu. Neyse ki gölgelenebileceğiniz çok yer var. Kedisi bol olan bu renkli şehri diğer şehirlere - özellikle Fez'e kıyasla - daha güvenli buldum. Rabat'ta dahi hava karardıktan sonra sokakta tek başıma gezmekten imtina ederken burada gece ışıklı dükkanları dolanıp hostele sorunsuz dönebiliyordum.
Chefchaouen, Mohammed Iak, (2019)
Bir akşam hostelden çıkıp Kasbah önündeki meydandan geçerek pazara doğru yürüdüğümü ve gökyüzünün pembe, binaların ise mor renk aldığını hatırlıyorum. La Botica de la Abuela de Aladdin isimli bir sabun dükkanında dolandıktan sonra Restoran Al Kasbah'ın terasında akşam yemeği yedim ve günü hostelde sonlandırdım. Bu şekilde duyularıma dokunan anılar -renkler, ses, koku, doku- buraya bağlanmama ve zihnimde bu anları sonsuz kez ziyaret edebilmeme vesile oldu.
Chefchaouen, Vanessa Lorenzo Lopez (2022)
Bunun yanında, bu şehirde her turistin illa ki yaptığı bir aktivite Bouzafer Cami'sinin yamacına tırmanıp şehri gün batımında yüksekten izlemek. Bu cami İspanyol sömürgesi sırasında 1930'lu yıllarda inşa edilmiş ve şehrin diğer camilerinden mimari olarak farklı. Sömürgeciler tarafından atılan bu yemi yutmayan yerli halk burayı hiçbir zaman ibadet yeri olarak kullanmamış. Şimdi ise bir seyir tepesi görevi görüyor.
Akchour Şelaleleri
Üç gün boyunca Chefchaouen'da kalmadım. Bu güzel dağlık bölgede Fas'ın en güzel şelale ve kanyonlarından bazıları saklı. Rabat'taki gönüllü grubu ile birlikte Akchour Şelalelerine bir günlüğüne bir gezi düzenledik. Bir saatlik ne zorlayıcı ne de kolay bir parkuru yürüdükten sonra kendimizi şelalelerin oluşturduğu bir havuzda bulduk. Suyu buz gibi bu havuz bizi kendimize getirdi. Nehrin üzerinde öbek öbek restoranlar ve tahtlar kurulu. Yaktığınız kalorileri burada Tajine yiyerek yeniden edinebilirsiniz, ki biz de öyle yaptık. Buz gibi su, sahanında fokurdayan tajine, gerçekten yapılmaya değer bir aktivite oldu. Gün batarken yamaçlara vuran ışığa nazır hostele doğru yol aldık.
Fez; Kum Rengi Şehir
Hayatımda Fez'e hayran olduğum kadar hiçbir şehre hayran olmadım. Tren garından taksiyle ünlü Boujloud Kapısı'na (Bab Boujloud) geldiğimiz andan itibaren şehrin her yerini ağzım açık gezdim.
Souq, Fez, Alex Azabache (2019)
Sarı kum rengi şehir, tarihin derinliğinde bir yerde sıkışıp kalmış gibi. Taş oynamamış. Bazı sokaklar var ki içinden geçerken sizi boyutlar arasında bir gezintiye çıkmışsınız gibi hissettiriyor. Sadece değişmeyen mimari değil, yerlilerin taşıdığı geleneksel kıyafetler de (örn. djellaba) dokunun bir parçası. Sıcak, kalabalık, zengin. Bu şehrin kendine özgü ürünü deri. Giyimde en göze çarpan parçası erkeklerin taktığı fesler.
Eski Medina'ya Boujloud Kapısı'ndan giriyorum, yollar iyice daralıyor. Pazar yerlerinde bakır dekorasyon ürünleri, lambalar, aynalar, her renk ve boyutta deri işleri, sandaletler, geleneksel terlik babouche, çantalar, cüzdanlar, kumaş boyama, halılar, masa örtüleri göze çarpıyor. Burada beni aşka düşüren bir şey öğreniyorum. Hem derilerdeki hem de kumaşlardaki boyalar organik; farklı bitkilerin özü çıkartılarak üretiliyorlar. Örneğin sarı için safran, mavi için indigo ağacı, kahverengi için sedir ağacı, yeşil için nane, kırmızı için haşhaş veya turuncu kına kullanılıyor. Safranla boyanmış örtülerin rengi o kadar gür ve güzel ki en sevdiğim rengi ömrümde ilk defa Fez'de keşfediyorum.
Bence şehrin en özel noktaları Eski Medina'daki 3 tabakhane. Ben bunlar arasında en büyüğü olan Chaouwara Tabakhanesi'ni (Tannery Chaouwara) ziyaret ettim. Burası 11. yüzyılda kurulmuş ve 1000 yıldır aynı teknikle çalışan bir atölye. Bu işletmeler binalar arasına gizlenmiş durumda. Onları görmek için bir deri dükkanının içine girmek ve arka balkona çıkmak gerekiyor. Sokaklar Google Maps'in takip edemeyeceği kadar dar ve karmaşık. Kaybolmamak mümkün değil. Fakat kaybolunan sokaklar sizi her zaman bir öncekinden daha güzel pazarlara çıkarıyor. Pazar yerinde (souq) turistleri az bir para karşılığında tabakhanelere götürebilecek genç çocuklar var. Fiyatta pazarlık edip yola çıkmadan önce bir ücrette anlaşılabilinir. Benim şansım grubumda Fez'den bir arkadaşımızın olmasıydı.
Chaouwara Tabakhanesi, Fez, Fotografu (2019)
Tabakhaneyi yukarıdan gören bu balkona çıkarken elimize bir dal nane tutuşturdular. İnternette kokunun - sıcağın da etkisiyle - dayanılamaz olduğu yazıyordu. Ben böyle hissetmediğim gibi balkondan gördüğüm işçilerin hali karşısında yakınacak gücü kendimde göremedim. Böyle bir balkonda, elimde bir sap nane, gerçekten ne hissedeceğimi bilemedim. Havuzların içine beline kadar dalıp çıkan, güneşin çatında çalışan işçilere bakakaldım. Renkler, koku, ve daha önce hiç karşılaşmadığım bir çalışma ortamı; şaşkınlık, hayranlık ve de hala bu şartlarda çalışmak durumunda bırakıldıkları için işçiler adına öfke duydum. Tüm bu duygular bir anda akıp gitti içimden.
Derilerin üretim süreci şu şekilde: İlk etapta hayvan derileri beyaz renkli havuzlara alınıp tuz, su, kireç ve inek üresi ile elde edilen bir karışım içinde arındırılıyor. Üstlerinde kalan et ve yağ parçaları kazınıyor. Derilerin boyanabilmesi ve işlenebilmesi için yumuşatılması gerekiyor. Bunun için 2-3 gün kadar bu karışımda suda bekletiliyorlar.
Chaouwara Tabakhanesi, Fez, Matt Dany, (2022)
İkinci etapta, belirli bir yumuşaklığa gelen deriler güvercin pisliği ile dolu bir havuzda insan gücü kullanılarak eziliyor. Böylece, Türkçe'deki "tabakhane'ye b.k yetiştirmek" deyiminin nereden geldiğini keşfediyorum. Daha sonra parçalar renkli havuzlara alınarak boyanıyorlar. Son etapta ise ipliklere ve duvarlara asılarak kurutuluyorlar. Kurutulmuş hazır deriler Fes'in dar sokaklarında taşınması için eşeklere bindirilerek el tezgahlarına taşınıyor.
Fez sokakları, CrowN, (2023)
Bir diğer yandan Fez'in pazarları inanılmaz keyifliydi. Ahşaptan yapılmış birbirinin aynı kepenkler ve kum rengi duvarlar; bu ortamda çektiğim her fotoğraf birbirinden de güzel çıkıyordu. Fotoğraf albümlemeye olan sevgim de burada başladı.
Şehrin bunaltıcı ve yakıcı sıcağı içinde bana büyük ferahlık veren iki kafe oldu: Made in M ve Cafe Clock. Made in M'in mükemmel bir kahvaltıya sahip olmasını yanında mekanın klimalı olması çok büyük lükstü. Cafe Clock ise bir bina içine kat kat yayılmış, şirin ve ferah gölge köşelere sahip, lezzetli soğuk meyve suları servis eden bir kafe& restorandı.
Bir akşamüstü grupla birlikte Marinid Mezarları'na (Les tombeaux des Mérinides) tırmandık. Burası 13- 15. yüzyıl arasında iktidar olan Marinid Sultanlarının ailelerine yaptırdıkları havalı bir kabirmiş. Bu aile Fez'e o kadar önem vermiş ki mimarisini ve ticaret hayatını besleyerek burayı bir başkente dönüştürmüşler. Hatırlarsanız bizim Fas'a Morocco veya Maroc yerine Fas dememizin nedeni de bu tarihlerdeki başkenti esas almamız. Bugün kabir yıkık dökük halde ama konuşlandığı tepeden tüm şehri kuş bakışı görmek mümkün.
Bir diğer nokta ise Oued Bou Khrareb. Oued nehir demek. Burası Fez'in su kaynaklarından biri olan nehrin üzerine konuşlandırılmış bir yapı. Nehrin tarihi önemi eskiden iki farklı şehir - bugün ise iki ayrı mahalle olan - Qarawiyyin'i ve Andalus'u birbirinden ayırmasından kaynaklanıyor. Fas'ın kültürel yapısını tanımlayacak olsam küçük küçük binlerce desen ve renk barındıran geniş bir kilime benzetirdim. Öyle ki dağlar, çöller, nehirler arasına sıkışmış ve başka başka adetler edinmiş, tarihi olarak birbirinden kopuk ve belki de kavgalı yüzlerce topluluğun bir arada yaşadığı bir ülke burası. Tam tarihi detaylarını bilmemekle birlikte bu nehrin ayırdığı şeyin sadece iki mahalle değil, çok daha fazlası olduğunu tahmin edebiliyorum.
Oued Bou Khrareb, Fez, Gökçe Okur (2019)
Son rota ise Mellah Mahallesi. Yahudi mahallesi olan bu semt Fas'ın en geniş Yahudi nüfusunu barındırıyor. Burası, İdrisi'ler tarafından 8- 9. yüzyılda inşa edilmiş. Dar al-Makhzen, yani kraliyet sarayı da burada konuşlandırılmış. Devasa kapısında. turistler fotoğraf çekiniyor. Bu mahallenin bambaşka bir dokusu olduğunu sokaklarının genişliği, mimarisi, hafifçe değişen renkleri ve değişen estetiğinden anlayabiliyorsunuz.
Fas'ın sayısız güzellikte şehri olduğuna hemfikirim. Lakin Fez benim nezdimde gönül gözümün açıldığı ve sonsuz zenginlikte bir şehir. Böyle bir tarihi dokuya, bu doğallıkta hiçbir yerde dokunmadım. Güzellikleri yanında dikkat edilmesi gereken tek bir nokta var. Geceleri güvenli değil. Çok sayıda laf atan ve takip eden olabiliyor. Fazlası değil, çünkü krallığın turistleri rahatsız edenlere çok ciddi cezai yaptırımları var. Bu nedenle herhangi bir temasta bulunmaktan kaçınıyorlar (özellikle de pazar yerleri gibi kalabalık mekanlarda). Yine de hava kararınca ortalıkta salınmamanızı öneririm.
Agadir
Agadir'e yolumun düşmesi ilginçtir. Projedeki bir arkadaşım ile Fas'ın güneyine kız kıza yaptığımız bir yolculuk bu. Agadir, Atlantik denizine kıyısı olan, geniş ve upuzun kumsal sahilleri ile bilinen bir şehir. Diğer şehirlere oranla burayı toplu taşımayla gezmek zorlayıcı olabilir ve hatta bazı bölgelere toplu taşıma olup olmadığından dahi emin değilim. Bir arabanız olduğu takdirde kumsalları rahatça keşfedebilirsiniz.
Okyanus kenarında bir gün geçirmek çok keyifli. Burada ilk defa deniz kenarında develerle dolaşıldığını gördüm. Bu develerin fotoğrafını çektiğiniz takdirde deve sahipleri sizden para talep ediyor.
Sahilde çay, kurabiye, faklı hamur ürünleri, mısır, kahve ve nicesini satan gezici tezgahlar var. Hava koşulları çok hızlı değişiyor. Her şey günlük güneşlik iken bir anda rüzgar ve fırtına çıkabiliyor ve çıktığı gibi de sönüverebiliyor. Denizdeki gelgit de bir o kadar dramatik. Akşama kadar kıyıda geçirdiğinizde denizin nasıl sizden fersah fersah uzaklaştığını görebiliyorsunuz. Bir de sahilin tadını sonuna kadar çıkaranlar var tabii! Hiç durmadan belki 10 saat plaj voleybolu ve tenis oynayan gençler vardı. Enerjileri bulaşıcı. İzlemesi keyifli.
Agadir, Juli Kosolapova (2019)
Yüzme deneyimine gelirsek, okyanusta yüzmek ne kadar keyifli olabilirse o kadar keyifli. Bir Akdeniz, bir Bodrum değil tabii ki. Çalkantılı ve dibi bulanık fakat en azından yosunlar, kayalar ve balçıkla kaplı değil. Büyük taneli kumları insana güven veriyor.
Agadir, Louis Hansel (2018).
"Allah, al-Watan, al-Malik" (Allah, vatan ve kral); işte Agadir'in en ünlü tepesinin yamacında ışıklarla bu yazıyor. Marina'dan görülebilen bu tepe üzerine ışıklarla işlenen bu slogan ile ünlenmiş. Marina ziyareti keyifli, kafeleri kalabalık bir mekan. Bir akşam bir şeyler içmek, arkadaşlarınızla sohbetlenmek için güzel bir yer. Tabi ki burası şehrin ekonomik dengesinin sarsıldığı, zenginlerin takıldığı bir yer olduğu da çok açık.
Benim favorim Agadir Oufella. Agadir Amazigh dilinde "hisar" anlamına geliyor, Oufella ise "tepe". Tepedeki Hisar olarak tam çeviri yapabiliriz. Burası 1540 yılında Portekiz saldırılarına karşı inşa edilmiş. Şehrin her köşesi ve kıyı şeridi yukarından izlenebiliyor. 1960 yılındaki ağır bir depremde çok hasar almış, yine de bazı duvarları ayakta. Biz bir akşam vakti şehrin ışıklarını görebilmek için gittik. Çok da güzeldi. Tepede turistlerin birlikte fotoğraf çekilmesi için getirilmiş develer mesailerinin sonuna gelmişlerdi. Bir o kadar da yorgun görünüyorlardı. Birini sevmek için izin istememle devenin kafasını omzuma yatırması bir oldu. Deveciğin alnından öpmemle alay konusu oldum ama olsun varsın. Zavallıcığın mağrur haline dayanamadım. Agadir havası, denizi (ilk defa okyanus görmenin heyecanı), sakinliği, misafirperverliği ile ağırlayan ev sahiplerimiz ile bana huzur getirdi.
Asilah
Asilah 1471 yılında Portekiz ve 1578 yılında İspanyol işgaline maruz kalmış bir şehir. 19 - 20. yüzyılda korsanlar tarafından bir sığınak olarak kullanılmış. Atlantik Okyanusu kıyısında, beyaz boyalı bir şehir. Bu beyaz binaların üstüne Fas'ta modern sanatın öncülerinden olan sanatçı Mohamed Melehi tarafından portreler ve manzaralar serpiştirilmiş. Neredeyse duvar resimleri ile bir açık hava müzesi gibi. Bu resimleri çizerken yerel kültürü yansıtmaya özen göstermiş.
Lorenzo Dandrine'den duvar resimleri, Asilah, Gökçe Okur (2019)
Rabat'ın kuzeyinde bulunan bu küçük şehir sömürgelerin yerel tarihte nasıl derin izler bıraktığını görmemi sağladı. Asilah'ın insanları örf ve adetlerine çok bağlı. Açık konuşmak gerekirse Fas'ta ilk ve tek defa yabancı olduğum için bazı kişilerde rahatsızlık uyandırdığımı burada hissettim. Airbnb ararken bir kadının beni Avrupalı sanması ile öfkeye kapılması da deneyimin bir parçasıydı.
Krikiya isminde Asilah City denen eski şehri sınırlayan surlarda okyanusa nazır yürüdüm. Duvar resimlerini incelemek için eski şehrin ara sokaklarında dolandım. İkinci bir okyanusta yüzme maceramı da Asilah da yaşadım. Bu sefer yeri göğü turuncuya boğan bir günbatımı ile gün noktalandı. Akşam yemeğini limanda yiyip, odama çekildim. Sonraki sabah kahvaltımı Asilah Kasbah'ının içinde bir kafede yaptım. Sonra daha da kuzeye, Tanca'ya doğru yola çıktım.
Tanca
Tanca ve büyük bardaklardaki nane çayları! Fas'ta günde en az iki kez nane çayı içtim. Hepsi birbirinden lezzetliydi. Her seferinde dev bloklar halindeki şekerlerle demliği doldurup taşırıyorduk. Fakat ne evde hazırladığımız ne de dışarıda içtiğim hiçbir çay Tanca'daki kadar şekerli değildi.
Tanca, Tobias (2020)
Tanca'ya geldikten sonra ilk durağım kalacağın hostelin de olduğu Grand Socco Meydanı. Burada bulunan Cinema Rif binasını beğenmiş, Avrupa mimarisi ile bir sentez olduğunu düşünmüştüm. Kalacağım yer ise Medina'nın içinde olduğundan önce buralardaki sokakları gezme şansım oldu. Bir sabahımı 1921 yılından bu yana hizmet veren bir işletme olan Cafe Hafa'ya gitmeye ayırdım. Yüksekten Cebelitarık Boğazı'na bakan terasından İspanya'nın kıyılarını görebiliyorum. Burası özellikle sıcak yaz günlerinde soluklanmalık bir mekan.
Sonrasında Tanca Limanı'na (Port de Tanger Ville) doğru yürüyüp limandan gün batımını izledim. Sahil gün batımında öyle güzeldi ki, neredeyse her gün olduğu gibi gök pembe mor renge büründü. Cafe Hafa ve liman arasındaki yolda bir sokak lezzeti olan Kalinti'nin tadına baktım. Açıkçası Tanca'yı gezmek için kendime çok fazla zaman vermedim. Daha büyük heyecanlarım vardı, Al-Hoceima'yı keşfetmek gibi!
Al-Hoceima
Bu dağlar, bu dağlar! Bir araba kiralayıp koy koy gezebilseydik eminim çok daha büyülü yerler keşfederdik! Tepelik bir yere kurulmuş şehir yüzlerce koy, falez ve gizli sahiller barındırıyor. Tanca'dan belki 15 saat yol gittim, eylül ayında da olsak görmek istedim bu şehri. Dağlarda dönmekten içim çıktı otobüste. Ama ne yolculuktu. Vardığımda deniz sezonu kapanmıştı; sepserin bir yayla havası vardı.
Al-Hoceima, Mohammed Mr (2022)
Kaldığım airbnb Cebadilla sahiline yakın olduğundan bir günümü burada geçirdim. The sunset crêperie isimli kafede vejeteryan taco yedim. Bu kafe, denizin içine doğru, öyle güzel bir yerde konuşlanmış ki buradan gün batımını izlemek büyük keyif.
Al-Hoceima, Mohammed Mr (2022)
Bir öğleden sonramı Morro VieJo panaromik terasa yürümekle geçirdim. Terasa doğru tırmanırken Ennour Cami'sinden geçtiğimi, caminin önünde bir büyükbaba ve torununun vakit geçirirken, büyükbabanın nasıl da esrar tüttürdüğünü hatırlıyorum. Fas'ta esrar içmek kağıt üstünde yasal değil fakat bu kurallar kuzeyde epeyce gevşetilmiş. Hem Tanca'da, hem M'diq'te hem de Al-Hoceima'da sokağa sandalye atıp sigarasını tüttüren çok kişi vardı. Hatta Al-Hoceima'da sadece esrar içmek ve oyunlar oynamak için tasarlanmış köy kahvesi konseptini de hayatımda ilk defa gördüm. Tahmin edeceğiniz üzere buralar oldukça maskülen alanlar.
M'diq
Tam bir Akdeniz insanı olarak büyüdüm ben. Denizle ilgili doğduğum andan itibaren çok anım var. Maceracı ruhlu bir aileden de gelmemin bunda çok etkisi var. Serbest dalış yapmayı, zıpkınla balık avlamayı seven babama dalışlarında 5 yaşımdan beri eşlik etmişliğim var. Gözlerimi kapatıp denizi hayal ettiğimde akıp geçen bir görüntü seli, yani geniş bir portfolyo var zihnimde. Belki bu nedenle Agadir'de ilk defa okyanusta yüzüşüm benim için çok ayrı bir deneyimdi.
Eğer tüm dünyada yüzmekten en çok keyif aldığım sahilleri saymamı isteseler bir Fas'ta M'diq Plajını (Plage de M'diq) bir de Türkiye'de Karaburun'daki eski ismi Ata'nın Yeri yeni ismi Lipsos olan butik otelin sahilini seçerim. Serinliği, berraklığı, mavisinin onlarca tonu ile M'diq denizi öyle güzeldi ki sanki o suya girdiğimde tüm vücudumdaki tüm gerginliği suya bıraktım, resetlendim. Böylece Akdeniz bir kez daha güzelliği ile beni yüzüstü bırakmadığı gibi bir öğleden sonra yüzüşü ile içimi iyileştirdi.
Marakeş; Kızıl Şehir
Jemaa el-Fnaa Meydanı, Paweł Wielądek (2022)
Jemaa el-Fnaa, Marakeş'in kalbi. İnsana dünyanın merkezinde bulunuyormuş gibi hissettiren bir meydan. Gündüz takma dişten konserve yılana kadar her şeyi bulabileceğiniz, geceleri ise dansçıları, müzisyenleri, zenneleri, yılan oynatıcıları ve maymun göstericileri ile çılgın bir eğlence meydanına dönüşüyor. Gündüzleri meyve suyu standlarında ömrünüzün en taze ve lezzetli meyve sularını, istediğiniz meyve kombinasyonlarında içebilirsiniz. Geceleri ise ortaya çıkan yemek, tatlı standlarında ortalık şenlenecektir. Eğer üstünden buharlar çıkan dev bir çorba kazanı görürseniz ve çok rezil bir koku buna eşlik ediyorsa salyangoz çorbacısını buldunuz demektir. Burası büyüleyici bir meydan.
Salyangoz çobacısı, Marakeş, Don Fontijn (2019)
Yılan oynatıcıları, Marakeş, Raúl Cacho Oses (2018)
Ömrümde ilk defa bir maymunu kucağıma aldım. Minik elleriyle parmağımı kavradı. Zavallıcık kolunda zincirle öğle mutsuz görünüyordu ki içim parçalandı. Yine de böyle bir temasla hiç karşılaşmadığımdan içimde bir duygu seli oldu. Pazardaki seramik işçiliğine vuruldum. Şirin baharatlık ve küllüklerden aileme de aldım. Kumaş ürünler de diğer tüm şehirlere göre daha fazlaydı. Marakeş çok turist çeken ve Sahara'ya tur düzenleyen yüzlerce acentanın bulunduğu bir başlangıç noktası. Bu nedenle çöle giderken giyilebilecek çok sayıda şalvar, ipek gömlek ve şal pazarda satılıyor. Jemaa el-Fnaa Meydanı'nda sıcaktan ayakkabımın altı eridi. Gündüzleri öyle bir sıcak! Hayatımda ilk defa avakado suyu burada içtim. Hiç de fena değildi; tadı tahminimden çok daha güzeldi. Aynı şekilde şeker kamışı suyu da tattım. Kamışları bir presten geçirip suyunu çıkartıyorlar. Çok daha şekerli bir tat bekliyordum, bir acımsılık da vardı. Bir de sayısız miktarda şekerli kurabiye ve tatlılar denedim. Gerçekten çok güzellerdi!
Marakeş'in kızıl kilden yapılan iki katlı evleri sayesinde kendine özgü bir dokusu var. İnsanları neşeli, konuşkan ve hareketli. Aksanları diğer tüm şehirlerden farklı ve bana göre kulağa en şirin geleni. Motor kullanımına inanılmaz bir düşkünlük var. Hem pazarda (Souq Semmarine civarı) hem de şehrin diğer kısımları (örn. Gueliz) motorla dolup taşıyordu. Özellikle pazarın dar sokaklarında ezilmemek için insanın çaba harcaması gerek.
Marakeş'te en az Fez'deki kadar ve belki daha fazla turistik yer var. Saraylar (El Badi ve Bahia Sarayları), medreseler (Ibn Youssef) camiler (Koutoubia) ve bahçeler. Çöle de gitmek istediğim için ve tüm bu mekanları üç güne sığdıramayacağım için aralarından birkaçını seçtim. Sığdıramamak derken, Marakeş'in neredeyse 50 derece sıcaklıkta olduğunu ve öğlen sıcağında güneş altında yürümenin ne kadar tehlikeli olduğunu hatırlatayım. Saraylar arasından Badi Sarayı'nı gezme şansım oldu. El Badi, yani "Eşsiz" anlamına gelen saray 1578-94 yılları arasında Ahmed el- Mansur tarafından diplomatik bir saray olarak inşa edilmiş. Bugün bazı kısımları çökmüş fakat şaşalı dev iç ve dış duvarları, sade yer mozaikleri, çok şık kapıları ve ana bahçesi hala ayakta. Şehrin rengi ile uyum içinde kırmızımsı bir kerpiçle inşa edilmiş bu sarayın iç odaları oldukça serin.
Bir sonraki rota Majorelle Bahçesi (Le Jardin Majorelle)! Önündeki uzun sırayı görünce bir an pas geçme kararı verecekken arkadaşlarımın tavsiyelerine uydum ve iyi ki de uymuşum! Burası sıradan bir bahçe değil, Fransız Oryantalist sanatçı Jacques Majorelle tarafından 1923'ten başlayarak neredeyse kırk yıl boyunca geliştirilen bir peyzaj bahçesi. Kaktüsler ve diğer bitkiler dünyanın dört bir yanından getirilmiş. Ortasındaki göz kamaştırıcı mavi renkte, Kubist tarzdaki villa 1930'larda Fransız mimar Paul Sinoir tarafından tasarlanmış. İçeride gölgede kalan yürüyüş yolları, minik yapay nehirler ve oturup nefeslenebileceğiniz banklar mevcut. Bunun yanında kafesi de bir o kadar ferah. Burası Jemaa el-Fnaa Meydanı'ndan sonra bence Marakeş'teki en etkileyici mekan.
Le Jardin Majorelle, Gül Işık (2021)
Şehrin tarihi kısmından uzaklaşıp meskenlerin yer aldığı, modern bir mahalle olan Gueliz'i de görmeye gittim. Bana anlatılana göre burası Fas'ın (Paris) Pigalle Caddesi. Fakat ya benim gözüm bunu seçemediğinden ya da belki mahallenin günahı alındığından ben böyle bir aura alamadım Gueliz'den. Bir başka bahçe ise şehrin az dışında bulunan Menara Bahçeleri (Les Jardins de la Ménara). Elbet zeytin bahçeleri ile güzel bir mekan fakat sıcağın bağrında bence bu yolu gitmenin bir anlamı yok.
Marakeş'in Sahara Çölü'ne giden rotanın başlangıç noktası olduğunu söylemiştim. Atlas Dağları'na tırmanmak, Amazigh (Fransızlara göre Berberi) köylerinde vakit geçirmek, dağ gölleri ve şelalelerinde mola vermek gibi ülkenin hem kültürel hem de topografik varlıklarını gözlemleyebilmek için büyük fırsat. Hayatında hiç çöle gitmemiş olanlar için ambiyansın duyularınızda açacağı yeni odacıklardan bahsetmiyorum bile. Rotamız Fas Sahara'sı. Hazırsak başlayalım!
Marakeş'te Kahvaltı, Zeitoun Café Kasbah, Gökçe Okur (2019)
Aït Benhaddou
Yolculuğa Marakeş Jemaa el-Fnaa Meydanı'nda 16 kişilik bir minibüse yerleşerek başlıyoruz. Çöle gitmek toplamda 30+ saat yolculuk gerektiriyor. Katıldığım tur 3 öğün dahil, iki gece farklı Amazigh köylerinde konaklama, bir gece Sahara çölünde çadırda konaklama içeriyor. Muhtemelen arabayla asla gidemeyeceğim pek çok turistik noktada da duraklıyoruz.
İlk durağımız olan Aït Benhaddou 1987 yılından beri UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alan, surlarla çevrelenmiş bir şehir. Ounila Vadisi'nde, Trans-Sahara ticaret yolu üstünde olması bu şehri yüzyıllarca ayakta tutmuş. Orta Çağ'dan 20. yüzyıla kadar Sahara-altı Afrika'dan siyahilerin köle olarak taşınıp, Akdeniz ve Ortadoğu üzerinden farklı ülkelere pazarlandığı bir yol burası. Öyle ki, Bingazi'deki İngiliz Konsolosu 1875 yılında köle ticaretinin muazzam boyutlara ulaştığını ve İskenderiye ile İstanbul'da satılan kölelerin fiyatlarının dört katına çıktığını yazmış.
Aït Benhaddou, Faruk Tokluoğlu
Aït Benhaddou bir yanı bodur ağaçlık ve hurmalarla dolu bir yanı ise çölleşmiş ve kurak bir ovada yer alıyor. Bütün şehir sıkıştırılmış kırmızı toprak (rammed earth) ile inşa edilmiş. Tamamen ekolojik zaten ziyaret ederken ne kadar özel bir yapının içinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Rammed earth sayesinde dışarısı yakıcı bir çöl iklimine sahipken binaların için buz gibi ve pencereler küçük olduğundan da odalar pek karanlık.
Minibüsü park ettiğimiz noktadan yürüyerek bir köprü geçip şehrin surlarından içeriye dalıyoruz. Hava öyle sıcak ki güneş kremi ve uzun kollu beyaz gömlekler veya elbiseler tercih etmek şart. Dar sokaklardan kıvrıla kıvrıla, duvarlara asılı halılar ve bijuteri standları arasından tepeye doğru tırmanıp bir iki manzara fotoğrafı çekiyoruz. Yolda kağıt yakarak ve is kullanarak manzara resimleri yapan bir sanatçı ile tanışıyoruz. Hemen bize hünerlerini gösteriyor. Tepede biraz manzarayı izleyip gençlerin ikram ettiği nane çayını içiyorum.
Aït Benhaddou sokakları, Frida Aguilar Estrada (2018)
"Filmlerden fırlamış gibi" derdim ama zaten Aït Benhaddou onlarca filmde gizemli ve kurgu şehirlerin gerçek hayattaki karşılığı olarak yer almış. Arabistanlı Lawrence (1962), Sodom ve Gomore (1963), Mumya (1999), Gladyatör (2000), David Attenborough: Gezegenimizden Bir Yaşam belgeseli (2020) gibi çok sayıda film, dizi ve belgesel burada çekilmiş. Fakat günümüzde buraya gelenlerin amacı Taht Oyunları'ndaki (Game of Throunes 2011- 2019) Yunkai ve Pentos şehirlerine vücut olmuş bu kızıl şehri görmek! Ben de bu heyecanı paylaşıyorum. Bir öğleden sonra geçirdikten sonra şehri geride bırakıyoruz.
Quarzazate
Turların bir kazanımı yola birlikte çıktığınız insanlarla bağ kurabilmek oluyor. Sahara'yı görmek için heyecanlı bu insan topluluğuna baktığımda inanılmaz bir çeşitlilik ve manevi zenginlik görüyorum. Türkiye, Kanada, Yunanistan, İran, Hong Kong, Amerika, Japonya ve daha nerelerden gelenler var. Ben aralarında en genç olanıyım. Aramızda on yıllardır bir eve bağlı kalmayarak gezgin hayatı sürenler var. Her katılımcının geziyi nasıl deneyimlediğini görmekten hoşlanıyorum.
Atlas Dağları, Gökçe Okur (2019)
Yolumuza devam ediyoruz. Aït Benhaddou ve Quarzazate arasında yer alan Atlas Film Stüdyoları'nın önünden geçiyoruz. Burası Fas'ın Holywood'u diyebilir miyiz? 31.000 metrekarelik bir alanı kaplayan bu stüdyo dünyanın en geniş alana sahip film stüdyosu ünvanını taşıyor. Burası rezervasyon ile gezilebiliyor. Bunun dışında Quarzazate bu bölgedeki en büyük şehirlerden. Biz burada çok kısa bir süre geçirip yolumuza devam ediyoruz. Anlıyorum ki çöle yaklaştıkça nüfus değişiyor. Amazigh dilinin kullanıldığını ve bu alfabenin yol işaretlerinde belirdiğini görüyorum. İlklim ise gittikçe daha kurak ve sıcak bir hale geliyor.
Ait Ouglif
Bir gecemizi Ait Ouglif isimli kasabada geçirdik. Buraya yaklaşırken yollar öyle dolambaçlı ve yükseltili bir hal alıyor ki kusmamak için çok çaba harcadığımı hatırlıyorum. Uzun bir yolculuktan sonra gecenin geç bir vaktinde otele ulaştık. Çok yorgunuz ve çok acıkmışız. Otel başka gezginlerle dolu. Aslında, kasabadaki varlığımız oldukça kısa sürdü. Sabah kahvaltısından sonra hemen yola koyulduk. Fakat benim için çok özel olan bir an yaşandı burada.
Atlas Dağları, Frida Aguilar Estrada (2018)
Tam kasabadan ayrılacağımız ana yola indik ki önümüzden uzunca bir yörük konvoyu geçiyor! Develeri ve develerinin üstünde tüm varlıkları... Develerin yanında koşuşturan çocukları, kap kacak sarkan semerleri ile sallana sallana geçtiler önümüzden. Kamerama sarılmak, onların bu geçiş anını belgelemek ve hatta dil bilsem koşarak gidip onlarla sohbet edebilmek öyle isterdim ki. Bir saygı göstergesi olduğunu düşünerek bunların hiçbirini yapmadan sessizce konvoyun geçişini izledim. Bilmiyorum doğru mu yaptım. Aklımda binlerce soru ile şaşkınlıktan ve mutluluktan yutkunamaz halde kalakaldım. Zihnimde Yaşar Kemal'in betimlediği yörük ailelerin göçü, kendi ailemdeki yörük geçmişi aklımda birçok düşünce dönüverdi on beş dakika içinde. Harikaydı. Kavim geçti, gözüm bir miktar bu köyde okula giden minik çocuklara takıldı. "Off be, ne şanslıyım" dedim içimden. Gerçekten de öyle, off be ne şanslıyım!
Gorges du Toudra
Todgha Nehri'nin üzerinde yer alan bu vadide biraz serinlemek, suya dokunmak ve öğlen yemeği yemek için mola verdik. Burası onlara şelalesi olan, kızıl kayaların arasında kalan bir epeyce dar bir vadi. Anladığım kadarıyla hem uzunca bir yürüyüş parkuru hem de kaya tırmanışı için tercih edilen bir yer. Suyu bej ve turkuvaz, tam yüzmelik, buz gibi bir su. Yüksek kayalar öyle güzel bir gölgelik oluşturuyor ki sizi sıcağın bunaltıcılığından koruyor. Böylece güveç tabağınızda fokur fokur kaynayan Tajine'inizi keyifle yiyebiliyorsunuz.
Tahiri Fosil Müzesi
Tahiri Fosil Müzesi'ne uğruyoruz. Burası Sahara Çölü'nün sular altındaki zamanlarından kalan fosillerin sergilendiği minik bir müze. Çok etkileyici! Özellikle birkaç denizanası fosili vardı ki beni ağzım açık bıraktı. Aynı zamanda buranın butiğinden dekoratif bir kaç parça hediye alabiliyorsunuz.
Bu noktada üstünden hem zaman geçtiğinden hem de çoğu adresi zamanında güzelce not etmediğimden arada gidilen çoğu Amazigh köyünün adını kaybettim. Oralarda çekilen resimlerim olsa da çoğunun lokasyonuna erişemiyorum. Örneğin bir köyde kilim ve halı satıcılarının olduğu bir dükkan davet edildik. Nane çayı ikram edip halıların işlenme ve üretim süreçlerini bize anlattılar. Yerlere serip teker teker dokularına bakmamıza izin verdiler. Hatta nasıl yünü eğireceğimize kadar öğrettiler. Bu köylerde çekindiğim birçok (düşük kalite de olsa) resimler hala elimde fakat ne yazık ki lokasyonları kaybettim.
Sahara Çölü'ne Açılan Kapı, Merzouga
Çılgınlığın başladığı yere geliyoruz! Merzouga'da minik bir ihtiyaç ve market molası veriyoruz ki herkes çöle girmeden önce ihitiyacı olan şeyleri alabilsin.
Yaklaşıyoruz, hissediyorum! Minibüs ağır ağır toz toprak yoldan ilerleyip develer ve yeni rehberle buluşacağımız otele ilerliyor. Düz ve tozlu yollardan ilerliyoruz, çevremiz kurak fakat tüm merakım çölün uzaktan nasıl görüneceği. Ve gördüğümde şok oluyorum. Bir anda başlayan kum tepeleri. Yavaş yavaş yükselmemesine; kumun nasıl da bir noktada birikip diğer kısımlara dağılmamış olmasına şaşıyorum. Kurak toprakla çöl arasında elle çizilmiş gibi keskin bir sınır var. Sonra araştırdığımda anlıyorum ki kumun köyleri kaplamamasının ve tepelerde tomar halde kalmasının sebebi hava sirkülasyonu. Hava akışı kumların saçılıp çöl kenarındaki köylerde hayatın zehir olmasını engelliyor!
Yorgun biri, Merzouga, Gökçe Okur (2019)
Otelde park ediyoruz. Bazı çantalarımızı ve gereksiz eşyaları lobiye emanet bırakıyoruz. Burası havuzu ve restoranı olan güzelce bir otel. Yeni tur rehberimiz ile birlikte 4 kişilik gruplar halinde otelin hemen önündeki develerimize varıyoruz. Teker teker bizi develere bindiriyorlar. Benimki öyle genç ve cılız ki. Tabi ki sarılmak geliyor içimden. Üstüne çıkmam için yere kıvrılıp oturuyor. Kervanımız hareket edeceği zaman tüm develerin ayaklanmasıyla kendimi bir anda 3 metre yükseklikte buluyorum. Mükemmel bir his. Rehberimiz önden develer yön verirken, biz develer üstünde bir buçuk saat kadar çölün derinine gidiyoruz. Alçalıp yükselen kum tepeleri arasında develerin basacakları yüzeyleri seçişi çok ilginç. Öyle şanslıyız ki gün batımına denk geliyoruz. Yolculuğun sonuna doğru kumun rengi ışık dalgalarının etkisiyle kızıla varıyor. Bonunda çadır alanlarına ulaşıyoruz. Ortada yeni yakılmış dev bir ateş. Çölde gecemiz burada başlıyor.
Çadır alanı kum tepeleri arasında, alçakta kalan bir düzlüğe kurulmuş. İki kabinli tuvaleti, bir lavabosu ve duşu var. Alanda hafiften akan bir suyun olması dahi çok iyi. Çadıra yerleştikten sonra biraz yürüyüş yapıyorum. Kum tepelerine yalın ayak tırmanırken aralardan bir iki kara böcek (black desert beetle) çıkıyor. Oldukça zararsız olmalarına rağmen aklıma ikinci bir soru takılmasına sebep oluyorlar: Acaba burada akrep de var mıdır? Çadır alanındakilere sorduğumda akrep ve diğer tüm çöl hayvanlarının insanlardan korkacağını ve bu nedenle çölün iki - üç kilometre içinde görülmelerinin zor olduğundan bahsettiler. Benden ziyade, çölün 45 - 50 kilometre derininde yaşayanların bu konuda endişelenmelerinin daha doğru olacağını söylediler. Umarım öyledir.
Sahara Çölü, Hassan Ouajbir (2020)
Kumun iri taneli oluşu, yumuşaklığı ve kokusu daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Geceleyin çadır alanına sırtınızı dönüp uzağa baktığınızda ortalıkta karanlık dışında hiçbir şey yok. Kum tepeleri arasında - benim bir iki parçasını yanımda Türkiye'ye taşıdığım - siyah taşlar mevcut. Kum onları öyle şekillerde aşındırmış ki bir yüzeyleri bir ayna kadar düz ve pürüsüzken kuma değen tarafları minik delikler ve şekiller içeriyor.
Yürüyüş sonrası büyük çadırda akşam yemeği verildi. Diğer gezginlerle sohbet etme, tanışma sansım oldu; sonuçta bu geceyi hep birlikte geçirecektik. Yemek sonrası dev ateşin çevresinde dans ve davul gösterisi yapıldı. Dans sonunda biz de dans konvoyuna katıldık. Sıra davulları çalmaya geldiği zaman insanın doğduğu coğrafyanın kişinin yeteneklerinin, alışkanlıklarının ve benliğinin şekillenmesinde çok büyük rol oynadığına ikna oldum. Kalifornya'dan gelen 40'lı yaşlarında bir turistin elindeki davulu ne yapacağını bilememesi ve içinde olduğu bu yabancılık hissine hem içimden kıkırdadım hem de onun adına bunu deneyimleyebilmesine sevindim.
Gösteriler sonrası bir kum tepesinin üstüne yatıp göğü izledim. Tüm Samanyolu gözlerimin önünde, ışıl ışıl. Bu kadar berrak olanı olmasa da Samanyolu'nu iki kez görme şansım oldu. Biri Kabak Koyu'nda diğeri ise Mersin Bozyazı'da. Aslında yıldızlar sabaha kadar izlenmeye değerdi. Havanın serinliği, kumun soğukluğu; her şey hayallerimin ötesindeydi. Yine de sabah 5'te günbatımı için uyanacağımızı bildiğimden çadırıma gittim.
Sabah güneş doğmadan zillerle uyandırıldık. Çantaları toplayıp develerin olduğu alana doğru yürümeye başladık. Öğlen sıcaklıkları çölde dayanılmaz olduğunda tur rehberleri turistleri sabah erkenden çölden dışarı çıkarıp en yakın köylere ve otellere yerleştiriyorlar. Turun en önemli anlarında biri de gün doğumunu yolda yakalamak. Biz de aynen böyle yaptık. Genç devemi buldum, dört kişi develerin üstüne yerleştik. Kervanlar teker teker yola koyuldu. Karanlıkta çadır alanını geride bıraktık. 20 dakika kadar ilerledikten sonra bir tepede oturup gön doğumunu izledik. Hiç ayrılmak istemedim çölden. Kum tepesinden aşağı koşup tepede oturan develerin birer resmini çektim. Gün ışıklarının yavaştan ortaya çıkmasıyla kumlar önce koyu kırmızı sonra giderek açık bir kum rengini aldılar. Güneş yükselmeye başladıktan sonra tekrar devlerimize atlayıp otele doğru yola koyulduk.
Otelde açık büfe kahvaltıdan sonra yönümüzü Marakeş'e çevirdik. Akıl almaz bir deneyimi geride bırakıyordum. Kalbimde renkler ülkesi Fas'a büyük bir sevgiyle önce Marakeş, sonra Rabat ve en sonunda de Istanbul'a vardım.
Yorumlar