Türk sinemasının kült eserlerinden Çöpçüler Kralı, Yeşilçam’a önemli eserler bırakmış iki ismin emekleriyle hayat bulmuştur: Yazarlığını oyuncu, yönetmen ve senarist olan Umur Bugay, yönetmenliğini ise Zeki Ökten üstlenmiştir. 1978 yapımı filmin oyuncu kadrosunda Şener Şen, Kemal Sunal, Ayşen Gruda gibi Türk sinemasına imzasını atmış usta isimler yer alır. 15. Antalya Film Festivali’nde Şener Şen “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu”, Umur Bugay ise “En İyi Senaryo” ödülünü almıştır. Filmden özlemle bahseden izleyiciler arasında Çöpçüler Kralı “bir Kemal Sunal filmi” olarak da anılır.
Apti Şakrak (Kemal Sunal) isimli bir belediye çöpçüsü her gün süpürdüğü eski bir İstanbul mahallesinde temizlik işçisi olan Hacer’i (Ayşen Gruda) pencerede görür ve aşık olur. Aynı zamanda Hacer’in temizliğe gittiği evin tek oğlu Zabıta Şakir (Şener Şen) de Hacer ile ilgilenmekte ve ona evlilik vaatleri vermektedir. Hacer de Apti gibi bir işçi olmasına rağmen pozisyonunu kabullenmekte zorlanır; bir evlilik sonucu paraya ve refaha ulaşmanın hayalini kurar. Zabıta Şakir ve Apti arasında da dinmez bir tansiyon, katı bir emir komuta zinciri vardır. Hacer Zabıta Şakir’i evliliğe ikna edebilmek için Apti’yi bir nevi yem olarak kullanır. Apti’nin bir müzik lokalinde yeteneğinin keşfedilmesi ve bir gecede zengin olması sonrasında Hacer yanlış bir seçim yaptığını düşünerek yataklara düşer. Apti’nin ünü uzun sürmemekle birlikte Hacer ve Zabıta Şakir kendilerince bir hayat düzeni kurarlar.
Filmde anlatılan aşk üçgenini bir kabuk gibi hayal edersek, kullanılan didaktik dili ve anlatının içine serpilmiş politik göndermeleri kabuğun altına gizlenmiş parçalar olarak düşünebiliriz. Göndermeleri ele alabilmek için 70’li yıllarda önce uluslararası konjonktür ve sonra Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik ve politik iklimden bahsetmek gerekir. 1968- 90 yıllarına baktığımızda dünyada sosyalizm parlamış, Soğuk Savaş gittikçe kızışmıştır. 70’li yıllar politik farkındalığın arttığı, sosyalizm karşıtı örgütlenmenin birçok ülkede organize edildiği, neoliberal politikaların hayat bulduğu; iç karışıklıkların, yinelenen darbelerin, ekonomik iniş-çıkışların pek çok coğrafyada deneyimlendiği bir dönem olmuştur. 1973-74 Petrol krizi ile ise Amerika’nın Soğuk Savaş politikaları darbe almış; Batı ülkelerinde enflasyon ve işsizlik oranlarında artış yaşanmış ve stagflasyon kavramı literatüre girmiştir.
Türkiye özelinde ise 70’lerin ikinci yarısı siyasal şiddetin yıkıcı derecede şiddetlendiği bir süreçti. Öyle ki, solda aşırı uçtan bazı gençlik grupları ve sağda Bozkurlarla dinci radikaller, sokaklara ve üniversite kampüslerine hakim olmak uğruna savaşıyorlardı. Örneğin; filmin yayınlanmasından bir yıl kadar önce, 1977 yılında, Taksim’de yapılan 1 Mayıs kutlamaları 34 kişinin taranarak öldürülüp 136 kişinin yaralanması ile tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçmiştir.
1979-80 yıllarında ise şiddetin niteliği değişmişti çünkü şiddet artık sırf solcu ve sağcı aşırıların karşılıklı işledikleri cinayetlerden ibaret değildi; tanınmış kişiler de öldürülmekteydi. Bunun yanında ülkedeki kriz ortamı sadece siyasal şiddet değil ekonomik bunalım ve yüksek orandaki işsizlikten de besleniyordu. Dış borçlanma; ihracata bağımlı bir sanayi, dövize bağımlı bir ekonomi, ve Petrol Krizi ile birlikte daha da zora girdi. Dış ödemeler dengesi açığı 80’lere doğru gelindikçe daha da arttı. Sanayi ve elektrik üretimi için petrol gittikçe kıtlaşmaya başladı ve 1979 yılında kış ortasında bile günde beş saate varan elektrik kesintileri olağan hale geldi. Milliyetçi Cephe Koalisyonu hükümetleri bu sorunu son derece pahalı, kısa vadeli avro-dolar borçlanarak ve para basarak gidermeye çalışıyordu. Italata sınırlamalar koymak ve Türk lirasının değerini suni şekilde yüksek tutmak da durumu iyileştirmemişti. Bazı ürünlerin market raflarından silindiği bu dönemde işsizlik de giderek artmış, tahsilli genç kesim gelecek kaygısı içine düşmüştü. Çöpçüler Kralı’na dönersek, Zabıta Şakir’in Apti’nin posterini parçaladığında “zamlara, işsizliğe ve faşizme karşı” sloganlı miting afişinin görünmesi (1:07:23) tesadüf değildir. Aynı şekilde şeker, ekmek ve tüp kuyrukları da filme yansımış; mahallelinin geçim ve güvenlik kaygısı hikayeye yedirilmiştir. Açılış sahnesinde Apti’nin pencereden sarkan bir alışveriş sepetindeki ekmekten bir parça alması, arasına “yüz gram Sana yağ ve bir parça zeytin” koymanın hayalini kurması (1:48) filmin tonunu baştan belli eder. Apti’nin nasıl bir yerde yaşadığı, bir ailesi olup olmadığı gösterilmez; varı yoğu mahalledir, işidir. Yoksul bir hayat çekiyor olmasına dair halinden memnundur; devlet memuru olmayı bir ayrıcalık olarak görür. Daha sonraları, Apti’nin “Güzel adamım bi kere, maaşım var, emekliliğim var, sigortam var” sözü ikonik bir replik haline gelecektir. Hacer’in de bir aşk evliliği yapmak yerine zengin biriyle evlenme isteği geleceğini güvence altına alabilme kaygısı olarak yorumlanabilir.
Bunun yanında, film o günlerde devletin sosyal hayatı işgal eden tutumunu, emir-komuta zincirinin katılığını ve hak ve özgürlüklerin boğazının gittikçe daha kuvvetlice sıkılışını başarılı şekilde işlemiştir. Zabıta Şakir’in Apti’ye olan sert tavırları yalnızca Hacer’i paylaşamamakla ilgili değildir. Şakir devletin gücünün simgesidir. Apti ve mahalle esnafı üzerinde haddinden öte bir baskı kurar; onları dükkanlarını kapattırmak, cezalandırmak ve işlerinden etmekle tehdit eder. Öyle ki, devlet baskıda var, icraatta yoktur. Filmde bu hizmet eksikliği ve başı boş bırakılmışlığa da dikkat çekilmektedir. “Yazacağım bunu gazeteye!” repliği ile hatırlanacak penceredeki yaşlı mahalle sakini gazeteye mahalledeki eksikleri, toplanmayan çöpleri, işlenen suçları yazar yazmasına fakat Apti’nin ve de mahalle sakinlerinin herhangi bir cevap gelebileceğine dair inancı kalmamıştır.
Sansürün eser avladığı bir dönemde bunca eleştiri nasıl izleyiciye aktarılabilmiştir peki? Başta bahsettiğim gibi politik eleştiriler bir aşk hikayesinin içine yedirilmiş, bir güldürü olarak izleyiciye sunulmuştur. Bugün üzerine konuşulduğunda dahi görülür ki izleyicinin aklına kazınanlar Kemal Sunal’ın (Apti) ikonik gülümsemesi, esnaf ve mukimlerle olan hoş muhabbeti olmuştur. Apti’nin çalıştığı bu mahalle - bugün Cihangir’dedir - eski İstanbul’un burjuva mahallelerindendir. Apti de Hacer de burada yaşamasa da oradaki sosyal hayatı şekillendiren önemli aktörlerdendir. Burada dikkat çekilen konulardan bir diğeri ise 50’li yıllarda başlayan kente göçün, 70’li yıllara gelindiğinde İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’da gecekondulaşma ile sonuçlanmasıdır. Kente göç edenlerin yalnızca küçük bir kısmı sanayilerde düzenli iş bulabilmiş; bu semtlerde yaşayan çok sayıda kadın burjuva semtlerinde temizlikçi olarak çalışmıştır - ki Hacer de bu kadınlardan biridir. Bu soruna bir çözüm olarak “toplumcu belediyecilik” ortaya atılmış; belediyeciliğin nasıl olması gerektiği ve şehir planlamacılığı üzerine olan tartışmalar aktif siyasetin bir parçası haline gelmiştir.
Mahalle hayatı; siyasi kavgalar, ekonomik bunalım, toplumsal kast sistemi, sınıf çatışmaları, komşuluk müessesesi, esnaflık adabı, aile kurumu, cinsiyet rolleri, iş ahlakı gibi birçok elementin şekillendirdiği; sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda bir yaşam şeklidir. Bahsettiğim politik göndermelerin olay örgüsüne ince ince dokunmuş olmasına ne kadar hayran kaldıysam, filmdeki namus ve kadın temsili ile ilgili çıkarımlara da bir o kadar içimin burkulduğunu söylemem gerek. Esnaflaran birinin Apti’ye verdiği Hacer’e “zorla sahip olma” tavsiyesi, filmin başından beri kurduğum gönül bağının kopmasına neden olmuştur. Filmi ilk çıktığı günlerde izleme şansı bulmuş, sadece Çöpçüler Kralı değil diğer Kemal Sunal filmlerine de gönülden bağlı izleyicilerin coşkusunu paylaşabileceğimi sanmıyorum fakat en azından sosyal gözlem babında genç arkadaşlarımın filme bir şans vermesi gerektiğini düşünüyorum.
İLERİ OKUMA İÇİN:
Σχόλια